keyif etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
keyif etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Mayıs 2012 Pazartesi

PAZAR KEYFİ

gezdim, tozdum, yedim, içtim enerjim yerine geldi. güzel bir gün geçirdim. 

uyku düzenim iyice bozuldu. söylemiştim galiba daha önce, sabah yatıp öğlen kalkıyorum. işe gitmek zorunda olmasam hiç kalkmayacağım. öyle de bir uyku modundayım. gece cin kesiliyorum, o ayrı. cin dedim de aklıma geldi, bazı insanlar cin diyemez, üç harfliler der. onlar cin içerken ne der mesela?
-abi nerdesiniz, napıyorsunuz?
-bardayız birader, üç harflilerden içiyoruz.

öğleye doğru sevgili aradı, uyandırdı. kendisi benden önce bir sabah kahvaltısı organizasyonuna katıldı lise arkadaşlarıyla. hayranım azimlerine. ben lise buluşmalarına kırk yılın başı giderim, o da akşam olursa. sabah kalkacağım da, kahvaltıya gideceğim de... peeh... hiç bana göre işler değil. 

neyse... kahvaltının sonuna gelince beni arayıp uyandırdı. hazırlandım, geldi bir kez de benimle kahvaltıya gitti. içeri girdik, sanki herkes akşamdan kalmış. ayol öğlen olmuş, hala mı kahvaltı yapıyorsunuz biraz erken kalkın değil mi ama? yok bütün izmir sözleşmiş gece içelim, geç yatalım, öğlen kahvaltıya gideriz, diye. üstelik deniz kenarındaki masalar dolu. bir tane boş var, onun da rezervasyonu yapılmış. ben tabii iç tarafta bir masa gösterilince ve kalabalığı görünce kapris yapma hakkımı kullandım. "burası mı yeaaa.... çok kalabalıkmış... başka masa yok mu?" diye mızmızlanırken sevgili hakkımı elimden aldı. ağız tadıyla iki dakka kapris yapamadım, "başka yere gidelim o zaman" dedi en ciddi haliyle. "ehu yok oturalım her yer kalabalıktır bugün". hayır sanki roma'ya götürecek kahvaltıya beni özel jetimizle. zaten ölüyorum açlıktan... neyse oturdum çenemi kapayıp. belli, kapris çekecek hali yok, hemmen dümeni kırdım.

mis gibi deniz havası, güzel bir kahvaltı masası, çay may derken kendime gelecektim ki, aksi oldu. bir mayıştım, bir ağırlık çöktü bana, utanmasam koyar kafayı uyurdum. gözler kısıldı, vücut iyice gevşedi ki, sıçradım. bir gürültü patırtı, çoluk çocuk sesleri... noluyoruz derken palyaçoyu gördüm iç mekandaki. etrafında da epey bir çocuk koşturup duruyorlar. ve palyaço mütemadiyen bağırarak bir şeyler söylüyor. allaaaam o palyaço iki dakka susmadı. iki saat boyunca en yüksek tondan, en rahatsız edici sesiyle bağırdı durdu. yok ama sabırlıyım, takılmamaya çalışıyorum, dinleneceğim, kafa dinleyeceğim. "oh... hava sıcak, deniz, martılar, palyaçonun sesi (kov kov kafandan), çayım, kitaplarım, karşımda sevgilim, palyaçonun sesi (yok yok düşünme, duyma onu), tatil günü, iş yok, stres yok, ne bağırıyor lan bu palyaço (unut unut)... iki saat direndim. yeminle bak, hiç arıza çıkarmadım. zaten sevmem palyaçoları; pazar günü, en yoğun zamanda doğum günü mü kutlanır o mekanda yahu? kalktık. hesabı öderken de, palyaço yüzünden indirim yapmaları gerektiğini, işkenceye maruz kaldığımızı ifade etmeden duramadım tabii...

ben ki, öğleden sonra arkadaşımın yönettiği oyunu izlemeye gidecektim, sırf temiz havanın, güneşin tadını çıkarmak istiyorum diye vazgeçmişim; bu nasıl bir cezadır yahu! tanrılar yine benimle dalga geçiyor. sanırım bu kez dionysos taktı bana. "tanrısı olduğum tiyatroya gitmezsin sen ha... al bak palyaço. bu da sana kapak olsun!" yetti mi? yok, yeter mi hiç? kaçarken en sevdiğim ceketimi bırakmışım. birkaç saat sonra fark edip döndük mekana ama yok. kesin o adi palyaço aldı. 

oradan kalkıp bir süre de başka yerde oturup sohbet ettik. bir türlü rahatlayamadım, gerginliğimi tam manasıyla atamadım. sevgili sıklıkla gittiğimiz balıkçıya gitmeyi önerdi akşama. içesim de yoktu ama ona eşlik ettim; bir kadehcik. iyi geldi. rakı değil, orada sohbet etmek. epeydir öyle güzel sohbet etmemişiz, kendimize dair bu kadar konuşmamışız onu fark ettim. iyi oldu, aşk tazeledik (!)

kendime geldim resmen. en sevdiğim cekete mal oldu ama olsun, değerdi bugün için. yarın mı? dionysos ile randevum var yine. üstelik bu aralar aramız hiç iyi değil malum. 


palyaçoyu unutup kitaba konsantre olma savaşım. 

sevgili'nin istanbul'dan getirdiği, beni mutluluktan delirten (kesinlikle ve sadece mutluluktan... bakmayın siz ona; deli gibi kitap kapaklarını okşuyormuşum da, taciz ediyormuşum da falan...) sürpriz üç ciltlik kitabımın ilki. 



aha bu da palyaçoyu aklımdan çıkarmaya çalışırkenki halim. aynen böyleydim ben de o sevimsiz boya küpü bağırdıkça. bayılıyorum bu fırat'a.



iyi haftalar hepimize...


11 Mayıs 2012 Cuma

SIRRA KALEM HARİKALAR PARKINDA

çok güzel değil mi? 

hani sabah bıraksanız beni oraya, akşama kadar sıkılmadan kalırım. debelenir dururum çimlerin üzerinde. oohhh çıkar at saati, ayakkabıları, üzerindeki tüm gereksiz şeyleri. yayıl yere, yuvarlan sağa, arada bir sola... çek çiçek kokularını içine, yuvarlan, renklere bulan...

çok beğendim. siz de görün istedim. insan mutlu oluyor baktıkça. 

2 Mayıs 2012 Çarşamba

FOÇA'DA DEPREM

sevgili döndü dün akşam. bugün için güzel bir plan yapmış; foça'ya gidilecek. yolda köy kahvaltısı yapılacak, foça'da kahve içilecek, gezilecek, denize bakılacak, kitap okunacak, yemek yenilecek, yan gelip yatılacak... yarın yeniden yola çıkacağı için sanırım bu kıyak. tamamen gönül alma olayı yani, bir nevi rüşvet de diyebiliriz. 

foça'yı (eski foça'yı) ikimiz de seviyoruz. yakın olması avantaj. ha tabii bir de sevgili'nin annesi foçalı olduğu için "memleketim" durumu söz konusu. 

yol üzerinde ağaç altlarına, çimlere atılmış masalarda kahvaltı yapabileceğiniz işletmeler var. ilk olarak güzel bir serpme kahvaltı yaptık tabii. karnımızı doyurup yola devam ettik. havalar iyice ısındı, deniz kenarı eser mi diye düşündüm ama benim gibi çok üşüyen biri için bile gayet sıcaktı. önce kale tarafında çayımızı, kahvemizi içtik, ayrı kaldığımız zamanlarımızı anlattık. sonra "küçük deniz"e doğru yürüdük, biraz da orada sıvı tükettik. sevgili açtı kitabını okuyordu ki, ben havalara bakmaya başladım. yanıma iki kitap almıştım ama nedense canım hiç okumak istemedi. arkama, sağa, sola, havaya baktım. bunları büyük hareketlerle yaparsanız yanınızda kitap okuyan adamın bile dikkatini çekmeyi başarırsınız. kitap kapandı hemen; 
-sıkıldın mı?
-hı hı...
-napalım?
-bilmem.
-yürüyelim mi?
-ı ıh...
-kitap okumuyor musun?
-canım istemiyor 
-napalım?
-konuşalım...
adama kitap okutmadım. iki gündür pek bir enerjisizim. canım da sıkılıyor hep nedensiz. biraz daha oturduk. sonra yürüyelim dedik. kalktık. deniz kenarında yürüyoruz. hafif, ılık bir rüzgar yüzümüzü okşuyor. çok değil belki on adım atmışızdır, belki daha az. bir uğultu oldu, sonra insan sesleri... kadın sesleri daha ziyade. sert bir rüzgar, küçük hortum gibi bir şey geliyor olmalı arkamızdan. döndüm, baktım, bir şey yok. kadınlar oturuyor karşıdaki kafede, neden bağrışıyorlar? derken anladım. önce bir titreşim hissettim ayağımın altında. durdum. durduk. sonra hızlandı, dengesizim. yer ayağımın altında titriyor. uzaklara bakıyorum anlamaya çalışarak, görüntü titriyor, binalar, dağlar, her şey titriyor. kamerayı sallıyormuş gibi biri ve ben o çekimi izliyormuşum gibi. ilk kez yakalanıyorum bir depreme dışarıda. dönüp denize bakıyorum dalgalandı mı diye, sakin. belki bir o sakin. geçiyor. geçmiyor, geçti sanıyorum. ya küçülmüş, hala devam ediyor, ya da benim dengem bozulmuş hala salınıyorum. "korktun mu?" diyor. bilmiyorum. o an değil, bitince korktum. "annem yazlıkta" diyorum. birden elim titriyor."annem yazlıkta, babam da yoktur şimdi" telefon elimde, ellerim titriyor ama çaktırmıyorum. ekranımdaki kısa yollardan rehber yerine ajanda ya basıyorum, çıkıyorum, rehbere basıyorum, annemi bulamıyorum... kısacık bir an oysa, ne uzun bazen... arıyorum... annem... sakin... "nasılsın, ne yapıyorsun?" diyorum, gayet normal cevaplar veriyor, hissetmemiş. 5.0'lık deprem.

sakinim artık, kaldığımız yerden devam ediyoruz yürümeye. fotoğraf çekmek istiyorum...
















bunlar da yemek sonrası gün batımı kahvelerimiz...



19 Mart 2012 Pazartesi

BAHAR

dışarıda hava en az 20 derece. gidip güneşle kucaklaşmalı, denizle yakınlaşmalı, yaşadığını hissetmeli... 

doğa yeniden doğuyor. yeniden canlanmalıyım ben de...

güzel bir gün olsun hepimize...

16 Mart 2012 Cuma

YAĞMUR NASIL YAĞAR?

izmir'e bahar geldi. gündüzleri ama sadece... güneş sıcacıktı bugün. bostanlı sahilde oturduk denize nazır. aldık kitaplarımızı, defterlerimizi hem okuduk, hem yazdık. hummalı bir dış mekan çalışması var bu ara bizim cephede. gidiyoruz bir kafeye, alıyoruz çayımızı, kahvemizi başlıyoruz çalışmaya. arada bir okuduklarımızı paylaşıyoruz birbirimizle. rengarenk kalemlerimi yayıyorum ben masaya, oh değmeyin keyfime... 

geçen gün bir teyze seslendi "ne okuyorsunuz o kadar hararetli, çok merak ettim" diye. okumayı ne kadar sevdiğinden, çok okuduğundan bahsetti. yetmişli yaşlarda, bakımlı, hala çok güzel, çok hoş bir kadındı.  birasını yudumluyor, karşındaki genç kadın tuvalete gittiği an, çantasındaki kitabı çıkarıp birkaç satır da olsa okumaya gayret ediyordu. çok hoşuma gitti. 

bugün de aynı şeyi yaptık işte. hem güzel havanın tadını çıkardık, hem çalıştık. iliklerim ısındı resmen. bir de akşam olmasaydı, hava soğumasaydı iyiydi. o da olacak yakında. bu kez serinlemek için atacağız kendimizi sahile. 

yağmur yok en azından. şakacı bulutlar gitmiş, uslu bulutlar gelmiş. siz bilir misiniz yağmur neden, nasıl yağar? hep hınzır bulutlar yüzünden...


güneşli, güzel hafta sonları herkese...


20 Şubat 2012 Pazartesi

IŞIK İLE RENKLERİN DANSI


çok güzel değil mi? böyle bir şey olsa mesela odamda, ışığın açısı değiştiğinde görüntü de değişse... gün içinde, saat ilerledikçe farklı manzaralar, resimler oluşsa duvarımda... çok şey mi istiyorum?.. olsun, hayallere ket vurmamak gerek. mutlu oldum ben düşünürken bile :)

18 Ocak 2012 Çarşamba

HAYAL


ben de bundan istiyorum. böyle bir balkon kapısı... hatta böyle bir bahçe kapısı istiyorum. sadece kapı ne işime yarayacak, olmuşken bahçenin içindeki evi de isteyim bari.

hiçbiri olmazsa böyle bir pencere... çalışma odama... 

yarın loto oynayayım ben en iyisi.