gezdim, tozdum, yedim, içtim enerjim yerine geldi. güzel bir gün geçirdim.
uyku düzenim iyice bozuldu. söylemiştim galiba daha önce, sabah yatıp öğlen kalkıyorum. işe gitmek zorunda olmasam hiç kalkmayacağım. öyle de bir uyku modundayım. gece cin kesiliyorum, o ayrı. cin dedim de aklıma geldi, bazı insanlar cin diyemez, üç harfliler der. onlar cin içerken ne der mesela?
-abi nerdesiniz, napıyorsunuz?
-bardayız birader, üç harflilerden içiyoruz.
öğleye doğru sevgili aradı, uyandırdı. kendisi benden önce bir sabah kahvaltısı organizasyonuna katıldı lise arkadaşlarıyla. hayranım azimlerine. ben lise buluşmalarına kırk yılın başı giderim, o da akşam olursa. sabah kalkacağım da, kahvaltıya gideceğim de... peeh... hiç bana göre işler değil.
neyse... kahvaltının sonuna gelince beni arayıp uyandırdı. hazırlandım, geldi bir kez de benimle kahvaltıya gitti. içeri girdik, sanki herkes akşamdan kalmış. ayol öğlen olmuş, hala mı kahvaltı yapıyorsunuz biraz erken kalkın değil mi ama? yok bütün izmir sözleşmiş gece içelim, geç yatalım, öğlen kahvaltıya gideriz, diye. üstelik deniz kenarındaki masalar dolu. bir tane boş var, onun da rezervasyonu yapılmış. ben tabii iç tarafta bir masa gösterilince ve kalabalığı görünce kapris yapma hakkımı kullandım. "burası mı yeaaa.... çok kalabalıkmış... başka masa yok mu?" diye mızmızlanırken sevgili hakkımı elimden aldı. ağız tadıyla iki dakka kapris yapamadım, "başka yere gidelim o zaman" dedi en ciddi haliyle. "ehu yok oturalım her yer kalabalıktır bugün". hayır sanki roma'ya götürecek kahvaltıya beni özel jetimizle. zaten ölüyorum açlıktan... neyse oturdum çenemi kapayıp. belli, kapris çekecek hali yok, hemmen dümeni kırdım.
mis gibi deniz havası, güzel bir kahvaltı masası, çay may derken kendime gelecektim ki, aksi oldu. bir mayıştım, bir ağırlık çöktü bana, utanmasam koyar kafayı uyurdum. gözler kısıldı, vücut iyice gevşedi ki, sıçradım. bir gürültü patırtı, çoluk çocuk sesleri... noluyoruz derken palyaçoyu gördüm iç mekandaki. etrafında da epey bir çocuk koşturup duruyorlar. ve palyaço mütemadiyen bağırarak bir şeyler söylüyor. allaaaam o palyaço iki dakka susmadı. iki saat boyunca en yüksek tondan, en rahatsız edici sesiyle bağırdı durdu. yok ama sabırlıyım, takılmamaya çalışıyorum, dinleneceğim, kafa dinleyeceğim. "oh... hava sıcak, deniz, martılar, palyaçonun sesi (kov kov kafandan), çayım, kitaplarım, karşımda sevgilim, palyaçonun sesi (yok yok düşünme, duyma onu), tatil günü, iş yok, stres yok, ne bağırıyor lan bu palyaço (unut unut)... iki saat direndim. yeminle bak, hiç arıza çıkarmadım. zaten sevmem palyaçoları; pazar günü, en yoğun zamanda doğum günü mü kutlanır o mekanda yahu? kalktık. hesabı öderken de, palyaço yüzünden indirim yapmaları gerektiğini, işkenceye maruz kaldığımızı ifade etmeden duramadım tabii...
ben ki, öğleden sonra arkadaşımın yönettiği oyunu izlemeye gidecektim, sırf temiz havanın, güneşin tadını çıkarmak istiyorum diye vazgeçmişim; bu nasıl bir cezadır yahu! tanrılar yine benimle dalga geçiyor. sanırım bu kez dionysos taktı bana. "tanrısı olduğum tiyatroya gitmezsin sen ha... al bak palyaço. bu da sana kapak olsun!" yetti mi? yok, yeter mi hiç? kaçarken en sevdiğim ceketimi bırakmışım. birkaç saat sonra fark edip döndük mekana ama yok. kesin o adi palyaço aldı.
oradan kalkıp bir süre de başka yerde oturup sohbet ettik. bir türlü rahatlayamadım, gerginliğimi tam manasıyla atamadım. sevgili sıklıkla gittiğimiz balıkçıya gitmeyi önerdi akşama. içesim de yoktu ama ona eşlik ettim; bir kadehcik. iyi geldi. rakı değil, orada sohbet etmek. epeydir öyle güzel sohbet etmemişiz, kendimize dair bu kadar konuşmamışız onu fark ettim. iyi oldu, aşk tazeledik (!)
kendime geldim resmen. en sevdiğim cekete mal oldu ama olsun, değerdi bugün için. yarın mı? dionysos ile randevum var yine. üstelik bu aralar aramız hiç iyi değil malum.
palyaçoyu unutup kitaba konsantre olma savaşım.
sevgili'nin istanbul'dan getirdiği, beni mutluluktan delirten (kesinlikle ve sadece mutluluktan... bakmayın siz ona; deli gibi kitap kapaklarını okşuyormuşum da, taciz ediyormuşum da falan...) sürpriz üç ciltlik kitabımın ilki.
aha bu da palyaçoyu aklımdan çıkarmaya çalışırkenki halim. aynen böyleydim ben de o sevimsiz boya küpü bağırdıkça. bayılıyorum bu fırat'a.
iyi haftalar hepimize...