30 Ekim 2012 Salı

EVLİLİK DEDİĞİN

çalıştığım kurumda müdürün odasına ne zaman gitmem gerekse, öncesinde gördüğüm sekreter ve birkaç memurdan oluşan kadınlar çetesi tarafından yolum kesilip el kontrolünden geçiriliyorum. ilkokulda tırnak kontrolü yapardı öğretmenler, durum aynen o. yok hayır, içeriye -çok istesem de- elimde bir bomba ya da kalaşnikov ile girmeye çalışmıyorum. yüzük kontrol noktası orası.

-göster bakiim ellerini
-yok valla hala bekarım.
-aferin aferin. sakın ha...

evli ve mutsuz kadınlar topluluğu, kız kurusu olmamda ısrarcı. ısrarcıydı. bugün ne olduysa ikisi birden ellerime bakıp, "evlen artık" dedi. sanırım artık beni sevmiyorlar!

bu ara bütün evli arkadaşlarımın sorunlara boğulmuş, hatta boşanma arifesinde olduğunu düşünürsek bu sonucu çıkarmam normal. insan hem evli, hem mutlu olabilir mi bilmiyorum. bilmediğim gibi, etrafıma baktıkça da karamsarlaşıyorum. durum vahim, güle oynaya evlenen, üstelik daha cicim aylarında (yıllarında) olması gereken çiftlerin hallerini gördükçe evlilik daha bir kabus görünüyor. nasıl oluyor da aşktan ölür, evlenmek için delirirken birden bire düşman oluyor insanlar aklım almıyor. biriyle aynı evde yaşamak çok zor farkındayım. hele benim gibi yalnızlığı seven biri için... kafamın içinde tonla senaryo dolaşıyor: adam ya diş macununu ortadan sıkarsa, ben de onun ümüğünü sıkarsam? adam ya mis kokulu(!) çoraplarını orta yere atar da, ben o çorapları burnuna tıkarsam? adam ya klozetin kapağını açık bırakırsa ben de onu baş aşağı deliğe atar, sonra da tuvalet fırçasıyla itelersem? gibi gibi...

bunlar iyimser senaryolar. daha kötüleri fazlaca kanlı olduğu için sansürledim. zaten kurban bayramından yeni çıktık, gerek yok yani...

çok yakın bir arkadaşım yaklaşık 1,5 sene önce evlendi. üstelik evlendiği adam nasıl munis, nasıl melek... çok sevindik evlenirlerken. kuzu kılığında kurt çıktı mübarek. anam bir kaprisler, bir paranoyalar adamda. kendi kendine kavga konusu buluyor, sonra haftalarca küsüp kıza cehennem hayatı yaşatıyor. kızcağız şaşırıp domates yerine biber demiş diye çıkmıştı kavganın biri. o derece yani. boşanmanın eşiğine geldiler. vay efendim "sen domatese biber dedin". al adamı rendele, domates salçası diye ser güneşe. ben çocukken teyzem bir şey anlatmıştı anneme, hala hatırlarım. küçüktüm epey, oynuyordum yanlarında. çocuklar oynarken konuşulan her şeyi duyar ama büyükler fark etmez ya, öyle bir an işte. hikaye şu: kadının biri  (teyzemin komşusu) kocayı öldürüyor, başını kesiyor, sonra başlıyor kelleyi ateşte tütsülemeye. kokuyu duyan komşular soruyor ne yapıyorsun diye, "kocam kelle almış onu tütsülüyorum" diyor. bak bak kadındaki cesarete, soğukkanlılığa bak. işte böyle senaryolar böyle adamlar için yazılır. benim adamı rendeleyip salça yapmamı çok görmeyin yani. evlilik dediğin tımarhane ile hapishane arasındaki o kısacık yol.

sanki kısmetler kapıda kuyruk olmuş da ne yapacağımı bilemez haldeymişim gibi benim bu konuya el atmış olmam da ayrı bir mevzu tabii... 

gıcık ettiniz beni hepiniz, allaaan evli erkekleri!

oh be rahatladım biraz. 



24 Ekim 2012 Çarşamba

GÜN, ÖDÜL, BLOGLAR...

bugün evden dışarı hiç çıkmadım. tembelliğin doruğundayım. ama tamamen fiziksel bir tembellik. yoksa oturduğum yerde çok iş yaptım. az hareket, çok iş... bugünün sloganı bu. ben, kahvem, defterler, kitaplar, rengarenk kalemlerim... yayıldıkça yayıldık. çalıştım tüm gün. okudum, okuduklarımın altını çizdim, not çıkardım, yazdım... iyi geldi evde olmak. 

bakıyorum da bu aralar herkes bunalımda mı ne? çoğunluk karamsar şeyler yazmış. gerçi bazı bloglar var ki, sürekli bunalım takılıyor. sıkılmıyorlar mı acaba kendilerinden diye merak etmiyor değilim. nedir bu yaşta bu kadar melankoli ayol? silkelenin biraz, kendinize gelin! bunu kendime de söylüyorum. iki gündür bir sinir, bir stres bende, sormayın. 

neyse işte, toparlanmaya karar verdim. zira kendimden feci sıkıldım. bunun için de ilk adım olarak buraya yazayım bari dedim. 

geçen gün biricit ödüllendirmiş beni. ödülün amacı, takipçi sayısı 200'den az olan blogları tanıtmakmış. ben de ödüllendirmeden önce şunu belirtmeden geçemeyeceğim; tanıtmak istediklerim benim severek okuduğum bloglar sadece. yoksa, haydi elinden tutalım okuyucu sayısını artıralım gibi bir durum yok. o yüzden okuyucu sayısı ile ilgilenmeden vereceğim linkleri ve alfabetik sıra ile:



1- adeta nebula: bilenler bilir derya taşındı, bu da yeni adresi. her daim keyifle okuduğum, düşüncelerini kendime yakın bulduğum bir blogger derya. onun bloğunda her konuda yazılmış bir şeyler bulabilirsiniz eminim. 

2- duygusal komedi sevenler: ahu kadar eğlencelisini zor bulursunuz. beni en çok güldüren blog sanırım.

3- mavikalemdekiler: edebiyat seviyor musunuz? narda iyi bir adres olabilir sizin için, ben keyifle okuyorum.

4- nilberk: nil, genellikle oğlu berk ile ilgili yazıyor ama sanmayın ki annelik dersi veriyor. eğlenceli, kimi zaman hınzırca, kimi zaman çekişmeli geçen günler.

5- pınar: arada coşar bloğu kapatacağım diye tutturur, arada taşar saat başı yazı yazar, arada küser birilerine, belki tüm dünyaya... keyiflidir, güzel yazar, okuyun derim hala takip etmeyeniniz varsa. o da her türden yazan bloggerlardan. bir de durup durup "yazmayı bırakacağım, bloğu kapatacağım..." diye tutturmasa tadından yenmez :)

5- suvebeyaz: suvebeyaz'ın yazdıkları kadar yorumları da eğlencelidir. son zamanlarda teziyle uğraşmaktan bloğa yazı koyamıyor ama bekliyorum, güzel bir dönüş yapar yakında. suvebeyazcım çabuk döööön :)

6- vladimir'in derdi: güzel denemeleri var vladimir'in. nadiren öykü de yayınlıyor. yakında kitabı çıkacak, imzalı bir tane edinmek için bloğunu ekleyin. yarın bir gün ünlü olunca "a... ben bu yazarı tanıyorum" der hava atarız eşe dosta :P

7- tanrı var mı? : enteresan videolar, yazılar bulabileceğiniz bir blog. özellikle "beynimiz ve biz" yazı dizisinin  herkesin ilgisini çekeceğini düşünüyorum, bir göz atın mutlaka.

8- zefir: yakın zamanda abonesi olduğum ve beğendiğim bir blog daha. özellikle edebiyat ile ilgilenenlere tavsiye ederim.

9- avram: alfabetik sırayı bozup sona sakladım onu. aslında saklamak da değil, yazmayacaktım. son dakika fikir değiştirdim. tanımasaydım da okurdum yazdıklarını. sevgili kıyağı değil yani :)


sevdiğim bir sürü blog var ama bu kadar olsun şimdilik. belki diğerlerini de bir başka yazıda tanıtırım.

teşekkür ederim biricitcim :)


19 Ekim 2012 Cuma

ZAMAN DURURSA...

avram ile huzurlu, mutlu, el ele tutuşmuş yokuş yukarı çıkıyoruz. yokuş dediğime bakmayın, asfalt değil bura, su. deniz aslında. yüzeceğiz, denizin içinde yürüyoruz yukarı doğru. üst tarafta bir düzlük var, orası daha derin belli ki, insanlar yüzüyorlar. oraya gitmek niyetimiz bizim de, yüzmek... yürüyoruz... tam yaklaşmışken, deniz çekiliyor birden, hani dalga gelmeden önce su çekilir sonra olanca hızıyla vurur ya bedeninize, öyle çekiliyor işte deniz. duruyorum, dişlerimi sıkıp, gözlerimi kısıp "dalga geliyor" diyorum gülümseyerek. oysa duruyor deniz. her şey duruyor, hiç kıpırtısız, öylece... "a... noldu?" derken ben, bir başka kadın söylüyor aklımdan geçeni okur gibi "zaman durdu!" evet zaman durdu. birden bire, öylece, hiç sebepsiz... ben şaşkın, dönüp avram'a tekrar ediyorum; "zaman durdu. ekinler de büyümeyecek, kıtlık başlayacak, üstelik ölemeyeceğiz bile". avram hala sessiz (hayret). sonra aklımdan şunlar geçti: "bütün ekinleri yiyip tükettiğimizde kıtlık olacak çünkü zaman durdu. yeniden büyümeyecek bitkiler. büyümeyeceğiz biz, yaşlanmayacağız. zamana sıkışıp kaldık. evde pirinç vardı biraz, biraz da mercimek... ne kadardı? ne kadar idare eder bizi? her gün sadece bir avuç yersek epey zaman... iyi ama bu adam bir avuçla asla idare edemez! aman tanrım bu adam yüzünden üç günde biter yiyeceklerimiz!"

ikinci sahnede avram ile ve bir sürü başka insanla otobüsteydik eve gitmek için. ben endişeli, hatta panik halinde sürekli ne kadar süre açlığa dayanabileceğimizi, evdeki erzağın ne kadar süre yeteceğini düşünüyordum. işte tam o an fark ettim; avram dönmüş otobüsteki diğer kadınlarla yemek muhabbeti yapıyor, tarifler veriyor. aman allahım hem de böyle bir zamanda! sırası mı yemek muhabbeti yapmanın güle oynaya? kıtlık dayanmış kapıya be adam! iştahı kapatma zamanıyken, iştah açıcı yemek tarifleri vermenin sırası mı?" adamın umurunda değil dünya. sanki zaman durmamış, kıtlık kapıya dayanmamış. bir iki çekiştirsem de, baktım umursamıyor, devam ediyor yemek sohbetine. umudu kesip sustum. belki de her şeyi akışına bırakmak en iyisiydi ve kesinlikle -evet kesinlikle- bu adam günde bir avuç pirinçle yaşayamayacak ve açlık çekecek ilk insanlar olacaktık sayesinde. ah zavallı ben!

eğer rüyam gerçekleşir de zaman durursa avram'dan kesinlikle ayrılmam gerek. beni bile yiyebilir(!)





15 Ekim 2012 Pazartesi

SORARIM SİZE

bazı bloglarda izleyiciler listesi yok. öyle olunca ben o bloğu nasıl listeme alacağımı bilmiyorum. şimdi sorarım size, var mıdır bir yolu bunun?

2 Ekim 2012 Salı

AHLAK ÖLMÜŞ AZİZİM

sanırım kimse işini bir başkasını karalamadan yapamıyor artık. nedir bunun adı tam bilmiyorum aslında. ego mu, başka bir şey mi? 

geçen sene yaratıcı yazarlık atölyesindeki bütün öğrencilerime tavsiye ettiğim bir edebiyat atölyesi vardı. başka bir sanat merkezinde bu atölye. bir öğrencim telefon edip "tavsiye eder misin, gideyim mi oraya?" diye tekrar sorunca, gitmesini söyledim. aramış sanat merkezini bilgi almak için, merkezin sahibi ile konuşmuş. konuşmanın sonunda sahip, "bizde de yazarlık atölyesi var gelsene" deyince bizimki "yok ben sırra kalem hanımın atölyesine gittim geçen sene, bu sene de oraya devam edeceğim." demiş. sahip de "bizimki daha iyi, hem o sırra kalem çok yeni bu işlerde sen bize gel" gibi şeyler söyleyerek kibarca beni kötülemiş. öğrencim bunu anlatırken gülümsedim sadece. bir de içimden  "edepsiz" dedim. 

ben onlara öğrenci yolluyorum, adamların yaptığına bak. elimdeki öğrenciyi almaları değil mesele, yanlış anlaşılmasın. öyle bir kaygım olsa başka bir sanat merkezini önermem zaten. farklı atölyelere gitmelerinden zerre gocunmam. çünkü her hocadan öğrenebilecekleri şeyler olduğunu düşünürüm. mesele, beni kötülemeleri (o yeni, acemi, biz ondan iyiyiz, biz burada neler yapıyoruz v.b). üstelik ne yaptığımı, ders programımı, kaç senedir bu işi yaptığımı ya da hakkımda herhangi başka şeyi bilmeden... adam ile tanışıklığımız var. konuk olarak kendi yerimizde ağırlamışlığımız, söyleşi yapması için davet etmişliğimiz var. ben mi safım, millet mi çirkef bilmiyorum. bir daha da gelenlere tavsiye eder miyim orayı? onu da bilmiyorum. iyi, ahlaklı insanlarla yapılmalı sanat.

senelerdir bu işin içindeyim -ilgili kişinin sandığının aksine- acemi değilim yani. yine de hala alışamadım bunlara.  üç beş kişi, bir diğerini kötülemeden, sadece işimize odaklanıp çalışamıyoruz küçücük izmir'de. birbirimize destek olmayı falan geçtim... ayıp. koca koca adamlara, hele ki alanında uzman olduğunu iddia eden koca koca adamlara yakıştıramıyorum hiç.