çalıştığım kurumda müdürün odasına ne zaman gitmem gerekse, öncesinde gördüğüm sekreter ve birkaç memurdan oluşan kadınlar çetesi tarafından yolum kesilip el kontrolünden geçiriliyorum. ilkokulda tırnak kontrolü yapardı öğretmenler, durum aynen o. yok hayır, içeriye -çok istesem de- elimde bir bomba ya da kalaşnikov ile girmeye çalışmıyorum. yüzük kontrol noktası orası.
-göster bakiim ellerini
-yok valla hala bekarım.
-aferin aferin. sakın ha...
evli ve mutsuz kadınlar topluluğu, kız kurusu olmamda ısrarcı. ısrarcıydı. bugün ne olduysa ikisi birden ellerime bakıp, "evlen artık" dedi. sanırım artık beni sevmiyorlar!
bu ara bütün evli arkadaşlarımın sorunlara boğulmuş, hatta boşanma arifesinde olduğunu düşünürsek bu sonucu çıkarmam normal. insan hem evli, hem mutlu olabilir mi bilmiyorum. bilmediğim gibi, etrafıma baktıkça da karamsarlaşıyorum. durum vahim, güle oynaya evlenen, üstelik daha cicim aylarında (yıllarında) olması gereken çiftlerin hallerini gördükçe evlilik daha bir kabus görünüyor. nasıl oluyor da aşktan ölür, evlenmek için delirirken birden bire düşman oluyor insanlar aklım almıyor. biriyle aynı evde yaşamak çok zor farkındayım. hele benim gibi yalnızlığı seven biri için... kafamın içinde tonla senaryo dolaşıyor: adam ya diş macununu ortadan sıkarsa, ben de onun ümüğünü sıkarsam? adam ya mis kokulu(!) çoraplarını orta yere atar da, ben o çorapları burnuna tıkarsam? adam ya klozetin kapağını açık bırakırsa ben de onu baş aşağı deliğe atar, sonra da tuvalet fırçasıyla itelersem? gibi gibi...
bunlar iyimser senaryolar. daha kötüleri fazlaca kanlı olduğu için sansürledim. zaten kurban bayramından yeni çıktık, gerek yok yani...
çok yakın bir arkadaşım yaklaşık 1,5 sene önce evlendi. üstelik evlendiği adam nasıl munis, nasıl melek... çok sevindik evlenirlerken. kuzu kılığında kurt çıktı mübarek. anam bir kaprisler, bir paranoyalar adamda. kendi kendine kavga konusu buluyor, sonra haftalarca küsüp kıza cehennem hayatı yaşatıyor. kızcağız şaşırıp domates yerine biber demiş diye çıkmıştı kavganın biri. o derece yani. boşanmanın eşiğine geldiler. vay efendim "sen domatese biber dedin". al adamı rendele, domates salçası diye ser güneşe. ben çocukken teyzem bir şey anlatmıştı anneme, hala hatırlarım. küçüktüm epey, oynuyordum yanlarında. çocuklar oynarken konuşulan her şeyi duyar ama büyükler fark etmez ya, öyle bir an işte. hikaye şu: kadının biri (teyzemin komşusu) kocayı öldürüyor, başını kesiyor, sonra başlıyor kelleyi ateşte tütsülemeye. kokuyu duyan komşular soruyor ne yapıyorsun diye, "kocam kelle almış onu tütsülüyorum" diyor. bak bak kadındaki cesarete, soğukkanlılığa bak. işte böyle senaryolar böyle adamlar için yazılır. benim adamı rendeleyip salça yapmamı çok görmeyin yani. evlilik dediğin tımarhane ile hapishane arasındaki o kısacık yol.
sanki kısmetler kapıda kuyruk olmuş da ne yapacağımı bilemez haldeymişim gibi benim bu konuya el atmış olmam da ayrı bir mevzu tabii...
gıcık ettiniz beni hepiniz, allaaan evli erkekleri!
oh be rahatladım biraz.