onun varlığından, Deli Anne bahsedince haberdar oldum. verdiği linke tıkladım. karşıma çıkan yazıyı okudum. (burada) afalladım, sersemledim.
düşündüğüm ilk şey, "bu bir öykü mü (kurmaca mı), yoksa gerçek mi?" oldu. sonra bir kez daha okudum.
sersemledim.
hayatta hiçbir şey, bir yetenekle karşılaştığım andaki kadar heyecanlandırmaz beni. sonra her fırsatta dönüp okumaya başladım, benden öncesini, sonrasını... yazdıklarını...
bazı insanlar özeldir. özel bir yetenek ile doğmuştur. sen ne kadar çalışırsan çalış, o senden hep öndedir. mozart gibi mesela, ihsan oktay anar gibi, jack nicholson, marquez, dostoyevski ve bunun gibi... istediğin eğitimi al, yetişemezsin, boy ölçüşemezsin. onun gibi çalamaz, onun gibi beste yapamaz, onun gibi yazamaz, onun gibi oynayamazsın. sana düşen sadece izlemek ve tadını çıkarmaktır. şişmiş bir egon, ket vuramadığın komplekslerin yoksa takdir edersin, seversin, bayılırsın. o, sahneden hiç inmesin ya da yazmayı hiç bırakmasın istersin (bu arada; ihsan oktay edebiyatı bırakmış, söylemiş miydim? pöf... büyük haksızlık! madem böyle bir yeteneğe sahipsin, hakkın yok kardeşim reddetmeye, beni mahrum bırakmaya! imza: bencil okur.)
neyse işte, ne diyordum? hah, önce sersemledim. sonra avram'a bahsettim, okusun istedim. yetmedi. herkes okusun, herkes bilsin istiyorum. iyi bir kitap okuduğumda yaptığım gibi, paylaşmak istiyorum. kimse mahrum kalmasın bu güzellikten istiyorum; bu keyiften, bu yetenekten... su gibi akıyor, içinize işliyor onun kelimeleri. başka tarifi yok. benim kelimelerim yetersiz, aciz onun yeteneği karşısında. ayşe'nin kelimeleriyle ördüğü kozasına bakın, ne demek istediğimi anlayacaksınız. öylesine naif, samimi bir anlatımı var ki... insan... insan ne diyeceğini bilemiyor.