1 Eylül 2014 Pazartesi

NOEL 1

evet, uzun zaman oldu yazmayalı. ayran içtik, ayrı düştük blog. 

geçen zamanda değişen fazla bir şey yok. çalışmak dışında hayatımda ne az şey olduğunun kanıtı bu... böyle açıkça yazıp da, durumla yüzleşince utandım kendimden. rezalet!

ben öyle idealist tiplerden değilim. hayatın amacı çalışmak ilkesi bana ters arkadaş. aksine, "insan günde en fazla 4 saat çalışmalı" düşüncesinin sıkı savunucusuyum. ama hayat öyle değil işte. uyuşamıyoruz. yaşamak için, geçinebilmek için, o parayı kazanabilmek için çok daha fazla çalışmak gerekiyor bu ülkede. 

"madem çok çalışmak zorundayım, bari keyif alayım. bari nefes alacağım bir alan yaratayım" diye düşünerek kendi işimi kurdum. gel gör ki, patron havasına bir türlü giremedim. yeri tutup, o anahtarı devralıp, mekana adım attığım an geldi asıl patron. simsiyah giysileriyle onu kapıda görünce, -itiraf edeyim- erkek sandım bir an.  

gözünüzde canlandırın; tepeden aşağı siyahlar içinde, alımlı bir kadın... bu siyahlığın içinde dikkati çeken iki şey var, boynundaki kırmızı kolye ve iri ela gözleri... 

kapıyı açarken gelip yanımda durdu. ansızın. öylece... sanki tanışıyormuşuz, buluşmak için sözleşmişiz hatta orayı beraber tutmuşuz gibi. önce şöyle bir baktım; kimdi, neden gelmişti, ne istiyordu? o da bana baktı. hiçbir şey söylemedi. en ufak bir ses çıkarmadı. sadece yanımda durdu ve kapıyı açmamı bekledi. içeri girdim. o, kapıda kaldı. benim salona göz atmamı oradan izledi. dayanamadım, "sen kimsin?" dedim. hiç ses etmedi. iri ela gözlerini gözlerimden ayırmadan orada öylece bekledi. 

kısa sürede alıştık birbirimize. günler olmuş, değil konuşmak, sesini dahi duymamıştım. adı neydi, nerede oturuyordu, yaşı kaçtı, hiçbir şey bilmiyordum. arada sorular soruyor, onun iri ela gözlerini gözlerime dikmesinden başka bir tepki alamıyordum. geveze değildi. hatta dilsiz bile olabilirdi. 

her gün -nasıl oldu, nerede beklediyse- kepenkleri açarken çıkan sesle yanımda bitti. kapıyı açmamı bekledi. bahçeye çıkardığım sandalyelerde oturduk karşılıklı. hiç konuşmadan. ben arada bir konuşuyordum tabii... beni anlayabileceğini düşünüyordum. sağır olamazdı, kepenk sesini duyabiliyordu. belki hiç kelime bilmiyordu ama jest ve mimiklerimden, ses tonumdan ne dediğimi tahmin edebilirdi. inanın bana; uzun süre -belki haftalarca- hiç sesini duymadım. 

arkadaş olmamıza engel değildi tüm bunlar tabii... o siyahlar içindeki güzel, alımlı, gizemli genç kadın bir gün olsun yalnız bırakmadı beni. sessiz varlığıyla bu yeni yerde ilk komşum, ilk arkadaşım, ilk sevdiğim kişi oldu. 

haftalar sonra, adını yan komşudan öğrendim: noel. bir kadın için gerçekten tuhaf bir isim. nasıl bir insan böylesi güzelliğe bir erkek ismi, üstelik noel gibi bir erkek ismi koyabilirdi ki? daha da önemlisi, o merak ettiğim sesini ne zaman duyabilecektim? kimdi bu noel?



devam edecek...