11 Mart 2012 Pazar

OH NE ZEVKLİ İŞİMİZ VAR BİZİM

her işin kendince zorlukları vardır. kimi bedenen, kimi zihnen zorlar sizi, kimi her iki açıdan da... herkes işinden yakınır ve başkalarının ferah içinde güle oynaya çalıştığı hissine kapılır. yani tamam, herkesin derdi kendine büyüktür ama başkalarının derdini görmezden gelmenin de alemi yok değil mi? hele sanatla, sporla falan ilgili bir mesleğiniz varsa gelen tepkiler hep aynıdır: "ay ne zevklidir sizin iş. hem keyif alıyorsunuz hem de üstüne para..." halbuki biz de olaya çoğu zaman bir tekel bayi kadar "iş" olarak bakıyoruz. kimse o adama gidip "ay ne güzel bütün gün içkilerin içindesiniz, ooh vur patlasın çal oynasın amma eğleniyorsuzundur siz" demiyor. 

sanat ve spor ile ilgilenenler için de mesele hobi olmaktan çıkmış artık, önce bu konuda anlaşalım. işinizi sevmeniz, her dakika çok eğlendiğiniz anlamına gelmiyor. insanız yani, yoruluyoruz biz de... ha keyifli tarafları da var, yok değil ama sürekli eğlendiğimiz hissine kapılmanıza da gerek yok. belirli saatler dahilinde gidip işimizi yapıp, yorgun argın evimize geliyoruz işte. manevi tatmin de her daim var olan bir şey değil. farzedelim ki oyuncusunuz. yeni bir oyuna hazırlanıyorsunuz. metni okudunuz ve sevmediniz. gel gör ki, oynamak zorundasınız. üstelik o hiç beğenmediğiniz metindeki en istemediğiniz rol düştü şansınıza... sabahtan akşama, kimi zaman gece yarılarına kadar provadan iflahınız kesilmiş. yönetmene bir türlü beğendiremiyorsunuz yorumunuzu. adam ne istiyor onu da anlamıyorsunuz. (yönetmenin yorumu diye bir şey vardır tiyatroda. salt yazılı metin değildir ortaya çıkan. oyuncunun yorumu, yönetmenin yorumu... her şey dahildir izlediğiniz tiyatro oyununa.). yönetmenin size gıcık olduğuna eminsiniz (abi hoca bana taktı ya... ne yapsam beğendiremiyorum herife). provalarda, saatlerce aynı şeyi dön dolaş oynamaktan gına gelmiş. kusmak istiyorsunuz artık. kussanız, harfler saçılacak etrafa (aha bu benim repliğimin ilk cümlesindeki f, bu l, bu z...) ama yok, aylarca her gün, saatlerce o sahnenin üzerinde, ayakta... "dışarıda hava ne güzel yahu, millet şimdi sahilde oturmuş..." düşüncelerini savuşturmaya çalışıyorsunuz. role bürünüyor, antrenizi kaçırmamak için her şeyi takip ediyor, sahneye fırlayıp ilk repliğinizi söylüyorsunuz tam, yönetmen bağırıyor "olmadı! baştan! öyle girmeyeceksin demedim mi kardeşim ben sana? repliğin ortasında sağ elini kaldıracaksın, sol ayağını çapraz yapacaksın, dudağını bükeceksin, burnunu kaldıracaksın, kulaklarını oynatacaksın, kıçını sallayacaksın! kaç kere daha söyleyeceğim! baştan alıyoruz!" 

geber! (iç sesiniz bu sizin) geber! ben seni doğuran anayı da, seni okutan hocayı da, seni buraya yönetmen yapanı da!.. 

hah çok zevkli di mi? ne güzel hem eğleniyorsunuz, hem de üzerine para alıyorsunuz. bitmedi... birkaç aylık provayı atlattınız ama bitmedi... o bıktığınız metni aylarca oynayacaksınız daha... hah ondan sonra bitecek işte.

ya işte güzel kardeşim, başta da dedim ya, her işin kendince zorlukları var. iğrenç tarafları var hatta. öyle "ay... sizin iş de ne zevklidir... ay... negseeel... ben de hep tiyatrocu (ya da ne ise işte zevkli görünen) olmak istemiştiiiğm..." demeyin güzel kardeşim. hele ki işten çıkmışsak, yorgunsak, stresliysek falan küfür ediyormuşsunuz gibi geliyor kulağa. bırakın kafa dağıtalım, başka şeylerden konuşalım, iki yudum bir şey içelim, gülelim, eğlenelim... keyfe keder çalışmıyoruz, para kazanmak için yapıyoruz, "iş" yani, adı üstünde... kaç kişi keyif olsun diye çalışabiliyor ki? zorunluluklar girince işin içine, para kazanma kaygısı girince, hobi olmaktan çıkınca bunalabiliyoruz biz de. sandığınız kadar da keyif almayabiliyoruz. 

bu tabii işin karanlık tarafı. sonuçta sanatla veya sporla ilgili bir iş yapıyorsanız bunu bilinçli seçmişsiniz demektir. üniversite sınavında puanınız nereyi tuttuysa oraya yerleştirilmiş değilsiniz en azından. üç aşamalı yetenek sınavına giren yüzlerce kişiden elene elene ilk ona kalmışsınız ve 4 sene deli gibi çalıştırılmışsınızdır. sınav döneminde bile siz, akşam 5'e kadar derse girmiş, yarım saatlik bir yemek arasından sonra 17:30'da provaya başlamış, gece eve gitmiş, sabaha kadar ertesi günün sınavına çalışmış, sabah sürünerek sınava gitmiş, akşama kadar derse girmiş, akşam provaya girmiş, gece gelip sızmamak ve ertesi günkü sınava çalışmak için... ölmüş gebermişsinizdir. üstelik mezun olup çalışmaya başladığınızda o öğrencilik yıllarını özlemişsinizdir. yani siz, işinizi gerçekten seviyorsunuzdur. ama bu işinizin kolay olduğu ya da her daim keyif verdiği anlamına gelmez. 

mesleğimi seviyorum. işimi bazen seviyorum. yoruluyorum, keyif alıyorum, keyif almıyorum, emek harcıyorum, kendimi biraz daha geliştirmek için çabalıyorum... bazen dışarı çıktığımda kelimeleri bir araya getirip cümle kuramıyorum. saatlerce konuştuğum halde, normal bir şey konuşamaz, derdimi anlatamaz hale geliyorum. kafamı toparlayamıyorum. beynim jöle kıvamında salınıp duruyor kafatasımın içinde. sonra biri geliyor "aman sizin işte ne var? napıyorsunuz yani beyin ameliyatı mı?" edasıyla konuşuyor karşınızda, ciddiye dahi almıyor çabalarınızı. ya da "ay... sizin iş de ne zevklidiiğr diğğ miiiii... çok eğleniyorsunuzduuuur" diyor ya... ha işte o zaman kafa atasım geliyor.

saygılar...

oh rahatladım!



12 yorum:

  1. "Sen tiyatroya git, taksiciye biz bakarız" Harun ters istikamete dönüp "Biz niye taiyatroya gitmiyoruz?" diye sordu.
    "Tiyatrodan nefret ederim."
    "Neden?"
    "Ortaokuldayken zorla sahneye çıkarmışlardı."
    "Nasıl oynamıştın amirim?"
    "Oynayamamıştım ki! Tek sahnede kısa bir rolüm vardı, altı ay prova yaptık, benden önceki salak sonraki sahneye atladı. Ben kuliste kaldım..."
    Her Temas İz bırakır/ Emras Serbes

    Ya işte bi de böylesi durumlar var.. Ya sahnede sahne atlarlarsa ne olacak? O kadar çalış didin, salağın biri yüzünden sahneye de çıkama.. Olacak iş mi.:P

    YanıtlaSil
  2. hahhah evet bak benzeri bir hikayeyi ben de biliyorum. çok sinir bozucu oluyor :)

    YanıtlaSil
  3. Yaa işte Behzat efendi de sırf bu yüzden önünden bile geçmemeye yemin etmiş.:P

    YanıtlaSil
  4. :)İnsanın sevdiği işi yapması güzel ama her iş insanı zamanla yıpratıyor.Bende bir ara radyoculuğa heves saldım.İlk zamanlar ait olduğum dünyadayım ve mutluyum diyordum.Sonra yaptığım işin beni mali olarak doyurmaması hatta karnımın gurultusuna çare olamaması aç karnına cıstak cıstak müzik çalma ve haber okuma bana işkence gibi gelmeye başladı.Verilen çabanın karşılığı alınırsa ,harcanan enerjinin geri dönüşü pozitif oluyor.

    YanıtlaSil
  5. hiçbir şey dışarıdan göründüğü gibi olmuyor tabii. işin içine girince gerçekleri görmeye başlıyorsun :)

    YanıtlaSil
  6. efenim şimdi benim çok sevdiğim bi söz vardır, iş iyi bişey olsaydı üstüne para vermezlerdi:)

    hobiyle işi ayıran zorunluluk duygusu diil mii ki, işim haline gelen herşeyden üç günde sıkılırım ben yaa:) Ha bak bi tek durum hariç, alıyoruz seni CERN'e deseler, nası eğleniyorumm nasıı derimm:))

    YanıtlaSil
  7. suvebeyaz,
    ha işte ben de onu diyorum, hobi iyidir hoştur :)

    mesleğini sevmek, işini sevdiğin, işinden memnun olduğun manasına gelmiyor ki... kaç kişi mesleğini gönlünce icra ediyor yane di mi... cern konusu beni de çok cezbediyor yahu. bir sonraki hayatımda biliminsanı olacağım. fizikçi, matematikçi ya da astronom filan. çok eminim bir daha gelicem yani, arıza çıkarırım yoksa :p

    YanıtlaSil
  8. :))))

    allaahh allaahh tutmayın benii, aynı ekipte olcaz o zaman desenee:)) yannız ben bu dünyada da bulaşayım kıyısından köşesinden yoksa gözüm açık giderim:)

    YanıtlaSil
  9. işte zaten gözümüz açık gittiğimiz için yeniden geleceğiz ya dünyaya. yoksa niye tekrar yollasınlar bizi. ben kararlıyım, gelicem bir daha :))

    ayrıca ben bu hayatımda o kapıdan giremem, çok geç kaldım. aldığım eğitimin, bilginin bilimle uzaktan yakından alakası yok. matematik denince aklıma tek gelen çarpım tablosu, fizik desen "bizim pınar'ın vücudu şahane" derim. ne olarak işe alacak beni cern? fizikçileri mi eğlendiricem :P

    YanıtlaSil
  10. :)))))
    ya çok eğlencelisin sen:))Cern'dekiler bilim dışında bi hayatın var olduğunu görür sayende fena mı:)

    YanıtlaSil
  11. tabiki herişin zorluğu var.en zoruda ev hanımlığı olmalı:)))

    karikatür harika yanlız.

    YanıtlaSil